TÜM YAZILARI

Hareket Gazetesi

Dolu dizgin ufka doğru
Meslek odalarını da kazanmalıyız
Her çocuğunuz için bir ağaç dikin
Yol olursa kötü olur
İlkeli ilişkiler ikili ilişkiler
Her 3 mayıs'ta daha ileri
Ahtopotun en güçlü kolu
12'ye çeyrek mi var ?
Birer birer vurulsak da
Tam demokrat,  toplumcu, hukuk devleti
Sevr'in altyapısı hazırlanıyor !
Ormanlarımız yanmasın
Türk Boğazları yeni tüzük tasarısı
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (1)
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (2)
Biz bir halk hareketiyiz
Teşkilatların yapılanması hakkında

Seçim kapıda

Aday tespitleri
Nicelik değil nitelik
Kim ayrıldı ise o birleşsin
Son 20 yılın vurgun tefrikası (1)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (2)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (3)
30 eylül mali miladı
Faziletin iki yüzü
Ortalık toz duman
Büyük devlet olmak için
İyi ki MGK var
Aliyev ve Bakü-Ceyhan
Şayet...
Ekmek bıçağı ve başörtüsü
Aday olunuz
Böyle zamanlarda
Kirli ellerle olmaz
Şarkılarda ki erozyon
Selam olsun !
Katil'i unutmayın !
Bu kadar basit !
Demokrasi ve merkez yoklaması
Şimdi daha çok okumalıyız
Eyalet modeli mi, Türk Birliği mi
Barış için yürümek
Siyasetten...

Mutluluklara düşen gölgeler

HAREKET GAZETESİ YAZILARI

 
SON 20 YILIN VURGUN TEFRİKASI (2)


31 / 08 / 1998

“Adil Düzen” takiyyesi

Erbakan bu ülkenin tanıdığı en ihtiraslı siyasetçidir. Bir başbakan olmadan ölse idi gözleri açık giderdi. Başbakan olabilmek için meclis kürsüsünden "Biz iktidar olacağız, kanlı mı olacak tatlı mı olacak ona siz karar vereceksiniz!" diyerek devletin kurumlarını ve halkı tehdit edecek kadar gözü döndü. Sonrasında yine başbakanlık uğruna, kendisine ve partisine köpeklerinin yutamayacağı hakaretleri eden Çiller ile ortaklık yaptı.

Onun nefsinin ve hırsının büyüklüğünü MC dönemlerinden bilen Demirel onunla yeniden ortaklığı göze alamadığı için, içinde PKK temsilcileri de olan SHP ile ortaklığı tercih etmiştir. MC dönemlerinde kendi seçim vaadleri bile uygulamaya konulurken mecliste onaylamak için Milli Selamet Partisi parmak sayısını, her defasında bir başka KİT Genel Müdürlüğüne karşılık olarak pazarlamıştır. Eskiyi bırakın daha dünlerde Bosna katliamında parçalanmış cesetlerin fotoğraflarını afiş yaparak iş yerlerimizin evlerimizin kapısına, duvarına yapıştırıp, sonra da eli makbuzlu orduları işyerlerine, cami kapılarına salarak trilyonları toplayan, daha sonrasında bu trilyonları, haram olmasına rağmen, haram olduğunu günde birkaç kez söylemesine rağmen, herkesi her gün faizci diye aşağılamasına rağmen -ve bu paraların da kendilerine Bosna'ya gönderilmek üzere verilmiş olmasına rağmen- en yüksek faizi veren en riskli bankalara yatırdığını banka batınca öğrenmedik mi? Banka batmasaydı da öğrenebilecek miydik? Öğrenemediğimiz daha neler var acaba? Kaddafi'den de seçim yardımı olarak yüklü bir çek aldığını ancak yıllar sonra tesadüfen öğrenebildiğimiz hatırlayalım!

Babadan mirasyedi olmayan Erbakan'ın kızına masal gibi bir düğün yaptığını, ehliyete yaşı tutmayan oğlunun ise süper lüks arabalarla gezindiğini de hatırlayalım.

TBMM Malvarlığı Araştırma Komisyonu'na bildirdiği 148 kg. altını ve bir o kadar dövizi, öğretim üyeliği ve Odalar Birliği yöneticiliği maaşlarından artırarak edindiği hiç de inandırıcı değil.

Bu Erbakan'ı ve partilerini yaz yaz bitmez.

Geçmiş ANAP, DYP, SHP yönetimlerinden canı yanan, önceki dönem umutla görev verdiği SHP'li belediyelerde neye uğradığını şaşıran, nevri dönen millet "denize düşen..." misali bu kez de REFAH'a teslim etti belediyeleri.

Oyuncular değişince oyunda da bir tadilat yapıldı. Masanın arkasını tutan Refah'lılar "git partiye bağış yap" diyorlar. Vatandaş ta bunu saygıdeğer buluyor, "kendi alabilecekken almadı bak, amaçları, idealleri uğruna partisine gönderiyor, ne mübarek adam" diye değerlendiriyor. REFAH teşkilatına para verenin de bunun rüşvet olduğu aklına gelmiyor, Cennet'ten bir kapı araladığını zannedip seviniyor. Ve bu paralarla yükünü tutan parti teşkilatı kendine çalışanları zengin ediyor. REFAH teşkilat çalışanlarının hemen hepsi zengin olmuştur. Henüz zengin olamamış pek azı da zengin olmak beklentisindedir.

Refah'ın devamı olan Fazilet partisinde farklı ve yeni bir şey yok, "eski tas eski hamam".

Erbakan arkadan gelen genç kuşağa bu alabora döneminde partiyi kaptırmadı, kendi gitti gayrı milli ümmetçi bir emanetçi ile uzaktan kumanda yürütüyor işleri. Umudu, yeni bir iktidar ortaklığından sağlayacağı güçle kendi üzerindeki siyaset yasağını kaldırmakta. Ama bu pek olacak gibi görünmüyor. Son olarak kapatılmadan hemen önce REFAH'ın banka hesaplarından çekilerek iç edilen kayıp 1 trilyon liranın peşine düşen savcılık Erbakan ve arkadaşlarının daha çok başını ağrıtacağa benziyor.

Tabanın öne çıkarmak istediği sakalsız genç kuşak lafın yeri geldiğinde milletten ve milli değerlerden söz edebiliyorlarsa da para ilişkilerinin kültürü aynı. Özellikle İstanbul ve Ankara belediyeleri geniş imkanlarını yandaş vakıflar kanalıyla hortumluyorlar, partiye ve partili işadamlarına, partinin yayın organı konumundaki gazetelere, radyo ve televizyonlara aktarıyorlar.

Yani, arkadan gelenler de takiyye yapmaya devam edeceklermiş gibi görünüyor. Yaşasın "Adil düzen"!

Örtülü ödenekten "uçuran"lar

Son elli yıldır ülkeyi yöneten liberal sağın iki başlı olup, Türkiye'nin istikrarsız, güçsüz, bıçak sırtındaki oy dengelerine oturan mahkûm hükümetlerle yönetilmesine sömürgeci batı sermayesi tarafından memur edildiğini düşündüğümüz çift pasaportlu Tansu Çiller'in kocasından gelen soyadının "Uçuran" olması ilginç bir tesadüftür.

Kirasını kızının ödediği -zaman zaman da ödemediği- bir evde oturan anne Çiller'in bu evde bir çıkın içinde sakladığı yüklü bir parayı ölümünden sonra bulduklarını ve bu parayı gizlice borsada servet yaptıklarını söyleyen "uçuran"ların bu hikayesine kimse inanmamıştır. Yargı yolu bir açılırsa hukukçuların da inanmadığı görülecektir.

Kendisine devlet ve millet çıkarlarının -ve devletin örtülü ödenek kasasının- emanet edildiği Başbakanlığı döneminde bile, aynı zamanda ABD vatandaşı olan, çift pasaport taşıyan, yine aynı dönemde şaibeli servetinin yarıdan çoğunu ABD'de bulundurabilen Çiller'in bu durumu Dünya üzerinde, tarihte ve halde, başka bir örneği görülemeyecek akıllara ziyan bir durumdur.

Ekonomiyi rayına oturtmak gerekçesiyle alınan ve uygulanan "5 Nisan kararları"nın ve bu uygulama esnasındaki hortumlamanın sorumlusu da ekonomiyi kendi insiyatifinde tutan Başbakan Çiller'dir.

5 Nisan'da çok yüksek oranda devalüasyon yapılacağı, yapılmadan önce belliydi, biliniyordu. Buna rağmen hükümet 4 nisanda 3 milyar doları piyasaya sattı, birgün sora da geri aldı. Bir gün içinde o hükümetin seçtiği yandaş insanlara devlet kasasından peşkeş çekilen rakam yaklaşık 750 milyon dolar (bu günkü parayla 200 trilyon lira)dır. Bu çok büyük bir vurgundur, hem de ekonomiyi düzeltmek, enflasyonu dizginlemek için yapılan "5 nisan kararları"nın ruhuna aykırıdır, bu çelişkidir.

Çiller'in, devletin ihale zarflarını, kendi işi olmadığı halde bizatihi ve olmadık bir pişkinlikle kendi evinde açarak ihalelere müdahale ettiği, örtülü ödenekten siyasi destek vaadeden dolandırıcılara dahi paralar kaptırdığı -hal böyle ise siyasi destek temin ettiği bilinenlere de minnet ödemelerini haliyle bu devlet kasasından yapmış olabileceği- artık bilinen bir vakıadır.

Bu mantık yapısının kendi hayat standardını da aynı imkanları kullanarak yükseltmiş olması pekala muhtemeldir.

O dönemde Başbakanın eşi Özer Uçuran Çiller'in, devletin bütün paralı işlerinde sahne aldığı, çokça iddia edildiğine göre de komisyonlar aldığı artık kamu vicdanında kanata haline gelmiştir.

Devletin ormanına, sit alanına, yatına, katına, mizahçılara konu olduğu üzere "ski"sine dahi bedavadan sahip olmak bu aile için normal bir davranış olmuştur.

Bu kadar şaibeye bulaşmış birinin hala bir büyük partinin genel başkanı olabilmesi, müstakbel başbakan adaylarından biri olarak toplumun karşısına çıkması, vatandaşın da artık bu tür hırsızlıkları ve arsızlıkları kanıksadığına bir işarettir ne yazık ki.

 

A S A M  B Ü L T EN

U F U K  Ö T E S İ